Dut Dalında Sevda Vatanı
«Etme eyleme, uyma şeytan sözüne.
Gurbet elin kahrı zehirden acıdır. Âşık olsan da acıdır.
Senin başındaki kavak yelleri gelir geçer…»
Dinlemedi Karacaoğlan. Eline sazını, diline sözünü kazıdı çıktı yollara. Çıkış o çıkış. İster misin ki geri dönmesin de sevdalara düşsün? Aşk olsun dönene, çıkış o çıkış…
Nereye gideceğini bilmeden başlar yürümeye Karacaoğlan. Aklında yürümekten, yolda olmaktan başka bir şey olmadan yürür. Henüz tanımadığı kardeşiyle öyle tanışır işte. Deli Hüseyin.
Çıkarlar beraber yola tekrar, obaya varırlar. Göç hazırlıkları sürmektedir o sırada obadakilerin. “Çal!” der Deli Hüseyin. Bir başlar ki Karacaoğlan, aman dersin. Herkes işi gücü bırakır çıkar çadırından. Doğa bile susmuştur. Sesi dağları eritecek gibi, devenin inadını bile kırmış... Bağrına basar ova Karaca’yı. İşte oba bir âşığa, Karacaoğlan’ına kavuşur böylece.
Karacaoğlan’ı okumaya başlarken hikâye boyunca kısık bir ezgi gibi sürüp gidecek olan “sıla hasreti” karşılar bizi. Obasından çıktığında yüksek perdeden çalan bu ezgi kan kardeşiyle tanışıp da yeni obasına yerleştiğinde biraz sessizleşir gibi olur. İlerledikçe, öykünün içinde neredeyse duyulmaz olur sılanın sesi. Özellikle Karacaoğlan aşka düştüğünde.
Evlenmek istiyordur Elif’le Karacaoğlan ama ne çare? Nerede görülmüş bir bey kızıyla bir başıboş âşığın evliliği? Kaçarlar birlikte. Çok da öteye gidemezler. Yağmura tutulur sığınırlar bir mağaraya. Deli Hüseyin orada bulur onları. Obadan kopmalarını istemez Hüseyin. Dönmelerini ister.
Elif’in annesi sorar soruşturur kızını bulamayınca. Bir çoban çocuğundan hem Elif’in yaptıklarının bilgisini hem de sessizlik yemini alır üç kuzulu koyununu verip. Çocuk, Bey’e bile ağzını açmamaya yemin eder. Sonuçta Hatunun sözünün, Bey sözü kadar değeri vardır.
Elif’i gördüğü anda yapışır saçına Hatun. Güçlü kuvvetlidir, çektiği gibi ayağa diker köşeye büzülmüş ağlamakta olan kızını. Öfkesinden çadıra sığmamaktadır. Bağırır Elif’e. Yaptıklarının hesabını sorar. Bey kızları Bey oğullarına layıktır çünkü. Kaçsa, babasının şerefi yerle yeksan olacaktır. Neden sonra yumuşar, yalvarır Elif’e sevdasından vazgeçmesi için. Bari babası duymasın, oba duymasındır isteği.
Sılanın sesini tekrar yükseltmesi işte bu zamana, Karacaoğlan’ın sevdasından, Elif’inden ayrı kalmasına denk düşer. İçinde yükselen sıla hasreti türküsünü de sürüklemiştir beraberinde.
“İçinde gurbet depreşti. Gurbet bir bıçak gibi içine oturdu.
Ne zaman bir turna görse öyle olurdu.”
…
“Turna sevda habercisi. Turna, turna katarı değil, posta tatarı.
Sevgilisi dizinin dibinde de olsa, selamı gene turna götürür.”
İçine bıçak gibi oturan gurbet keser onu. Kanar Karacaoğlan, sılasını kanar. Türküler akar gönül yarasından.
Karacaoğlan’ın obası, sazı. Karacaoğlan’ın sılası, sevdası. Ondandır ki sılanın sesi bir yükselip bir alçalır öyküde. Karacaoğlan aşkı, sevgiyi bulduğunda vatanına döner.
Deli Hüseyin dayanamaz kardeşinin bu hallerine. Karşısına alır onu konuşur. Gözleri, ona deliliğini veren o çocuksu cesaretle parlamaktadır.
«Bana bak kardaş,» der. «Bana bak kardaş. Bey kızı olmazsa, Paşa kızı olsun. İsterim. Vermezse kaçırırım. Sen hiç küşümlenme.»
Deli Hüseyin coşkuludur. İçine sığmaz kalbi, taşar. Sevdikleri için herkesi karşısına almaya hazırdır. Yardım istemeye gider dost bildiklerinden. Orada işler sarpa sarar işte. Yardım istediklerinden biri layık bulmamıştır “bir âşık parçasını” beyinin kızına. Koşa koşa dalar beyin çadırına. Korkusundan töreyi bile unutmuştur. Kekeleye kekeleye anlatır başlarındaki akıbeti Beyine. Adamlarına haber salar, âşıkla Hüseyin’i ölü, diri getirin der.
Bunu duyan Elif kalkar çıkar çadırdan usulca. Karacaoğlan’ı da alır saklanır Hürüce Ana’nın çadırına. Hatunla Bey dövünür, aşıklarla Deli Hüseyin’i arar boyuna. Yine de bulamaz onları. Tüm oba birlik olmuş saklamaktadır sevgilileri. Çünkü obadakiler duyabiliyordur onların sıla hasretini. Sevda onların sevdası, Karacaoğlan onların türküsü, Elif onların yüreğidir.
Mantıvar açtığı zaman obanın kadınları hep beraber mantıvar açma türküleri söyler. Kovalarına attıkları eşyalarından çektikleri kimin eşyasıysa türkü onun türküsü olur. İşte bu türkülerin, sevincin arkasına saklayarak obada gizlerler sevgilileri. Kovadan çıkan eşyanın kimin eşyası olduğu da önemli değildir çünkü o sırada her türkü Karacaoğlan’la Elif’indir. Mantıvar açma, talih açmadır. Sevgililerin talihinin açması gibi. Tüm oba Beyin kıymetini bilemediği hak aşığını, sevdalıları korumanın sevinci içindedir. Kaçırır obadakiler Karacaoğlan’la Elif’i. Evlenir aşıklar. İşte o an sılanın ezgisi duyulmaz olur. Karacaoğlan gerçek aşkına, vatanına kavuşmuştur çünkü.
Çok sürmez fakat mutlulukları. Talihin gözü kör olsun, başlarından aldığı belayı gani gani geri verir yine. Bir kara bela sokulur usulca Elif’in yatağına insan suretinde. Karacaoğlan’ın dünyası başına yıkılır. Vatanı ona ait değildir artık. Kalkar gider. Elif koşar peşinden, ararlar Karacaoğlan’ı da bulamazlar. Deli Hüseyin çıkar gider kardeşini bulmaya. Sadece gidişi olur.
Yıllar geçer ikisinin gurbetinde. Gönüllerinde hep bir sıla türküsü yanar durur. Elif hastadır, dal gibi kalmıştır ama ne gönlündeki sıla ezgisi sessizleşmiştir ne de Karacaoğlan’ı beklemeyi bırakmıştır. Ömrünün takviminin son yaprakları da yırtılmaya yüz tutmuşken Karacaoğlan’a haber yollar tekrar. Sonunda inadı kırılmıştır Karacaoğlan’ın. Yola düşer aceleyle, Elif’in köyüne varır. Bulmaya geldiği Elif’inin yerinde yatan bir taze mezar, bir de dut fidanıdır.
Sorulduğunda “obam” dediği sazını çıkarır asar dut dalına. Gerçek aşkı, sevdası, sılasının yanına koymuştur içindeki ezgiyi.
«Bu saz burada, kıyamete kadar kalacak.» der ve kaybolur gözlerden.
Sılanın ezgisi bir daha susmamak üzere başlamıştır tekrar. Bir ömür boyu çekilen sıla hasretini anlatır rüzgârın her saza vuruşunda.
177- ADA YAKUT
10FLA
Karacaoğlan Destanı ve Diğer Kültürel Ögelerle İlişkisi
Karacaoğlan destanı bir Anadolu efsanesi olarak bilinmesine rağmen İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültüründen de özellikler taşımaktadır. Öyküde Türk kültürünün sürükleyici bir şekilde yansıtılmış olmasının yanı sıra, saz şairlerinin ya da halk arasındaki söylemiyle âşıkların toplumdaki yeri ve aşka bakış açısı konu alınmıştır.
Saz şairleri genelde belirli bir toplumda sabit bir yeri ve yuvası olmayan, gezgin, başına buyruk insanlardır. Özellikle toplumsal olayları ve kendi yaşadıklarını etkileyici cümleler ve saz çalarak dile getirmektedirler. Aynı zamanda düğün, şölen gibi topluluğun bir araya geldiği törenlerde halkı eğlendirmek, coşturmak için de türkü söylemektedirler.
Saz şairleri ayrıca sevgi, sevda, aşk gibi kavramları şiirlerine en iyi yansıtanlardır. Böyle olunca da halk onlara “âşık” sıfatını vermiştir, çünkü en güzel, en tutkulu aşk onların yüreğindedir. Örneğin, Bey kızı Elif’in, Halil’in peşini bırakması için kendini öldürmeyi istemesi ancak Karacaoğlan’ın da kendini öldüreceğini düşünerek bundan vazgeçmesi iki karakterin de birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını ve büyük bir aşk yaşadıklarını göstermektedir. Ayrıca Karacaoğlan’ın canı kadar sevdiği ve hiç yanından ayırmadığı sazını, Elif’in mezarının başına asması da saz şairlerinin aşka bakış açısını göstermektedir.
Öyküdeki bir diğer önemli öğe de dönemin toplum yapısıdır. Toplumun yaşam tarzı, gelenek ve görenekleri Orta Asya Türk toplumlarının yaşayışıyla ve töreleri ile benzerlik göstermektedir. Bu benzerliğin ortaya çıkmasındaki en büyük rol, etkin Anadolu kadınlarına aittir. Her ne kadar ataerkil bir toplum yapısı olsa da kadınların zor zamanlardaki dayanışması, olayların seyrinde yadsınamaz bir etkiye sahiptir. Bunun öyküdeki en güzel örneği Karacaoğlan ve Elif’in tüm obanın dayanışmasıyla beyin adamlarından saklanarak kaçmasıdır. Bunun haricinde göçebe yaşam tarzları ve hayvancılık faaliyetleri Orta Asya Türkleriyle öykünün geçtiği oba halkının en belirgin ortak yönüdür. Başka Türk destanlarında gözlemlediğimiz, mağara (Karacaoğlan’ın saklandığı), ağaç (sazın asılı durduğu ve Deli Hüseyin’in kovuğuna saklandığı) gibi motiflere de öyküde rastlanmaktadır.
Her ne kadar öykü Karacaoğlan’ın başından geçenleri anlatsa da, öyküde en az Elif kadar önemli olan ve olay akışına etkisi çok büyük olan bir yan karakter vardır: Deli Hüseyin. Hüseyin, gerek Karacaoğlan’ı ilk görüşünde kan kardeşi olarak bilmesi gerek oba halkı içindeki en heyecanlı karakter olmasıyla öyküyü okuyucu açısından sürükleyici kılmaktadır. Türk yiğitliği ve cesaretinin yanı sıra Türk kültüründeki misafirperverlik ve yardımseverliğin öyküdeki başlıca simgesidir.
179- RÜZGÂR ALTUNCI
10FLA
Karacaoğlan destanı bir Anadolu efsanesi olarak bilinmesine rağmen İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültüründen de özellikler taşımaktadır. Öyküde Türk kültürünün sürükleyici bir şekilde yansıtılmış olmasının yanı sıra, saz şairlerinin ya da halk arasındaki söylemiyle âşıkların toplumdaki yeri ve aşka bakış açısı konu alınmıştır.
Saz şairleri genelde belirli bir toplumda sabit bir yeri ve yuvası olmayan, gezgin, başına buyruk insanlardır. Özellikle toplumsal olayları ve kendi yaşadıklarını etkileyici cümleler ve saz çalarak dile getirmektedirler. Aynı zamanda düğün, şölen gibi topluluğun bir araya geldiği törenlerde halkı eğlendirmek, coşturmak için de türkü söylemektedirler.
Saz şairleri ayrıca sevgi, sevda, aşk gibi kavramları şiirlerine en iyi yansıtanlardır. Böyle olunca da halk onlara “âşık” sıfatını vermiştir, çünkü en güzel, en tutkulu aşk onların yüreğindedir. Örneğin, Bey kızı Elif’in, Halil’in peşini bırakması için kendini öldürmeyi istemesi ancak Karacaoğlan’ın da kendini öldüreceğini düşünerek bundan vazgeçmesi iki karakterin de birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını ve büyük bir aşk yaşadıklarını göstermektedir. Ayrıca Karacaoğlan’ın canı kadar sevdiği ve hiç yanından ayırmadığı sazını, Elif’in mezarının başına asması da saz şairlerinin aşka bakış açısını göstermektedir.
Öyküdeki bir diğer önemli öğe de dönemin toplum yapısıdır. Toplumun yaşam tarzı, gelenek ve görenekleri Orta Asya Türk toplumlarının yaşayışıyla ve töreleri ile benzerlik göstermektedir. Bu benzerliğin ortaya çıkmasındaki en büyük rol, etkin Anadolu kadınlarına aittir. Her ne kadar ataerkil bir toplum yapısı olsa da kadınların zor zamanlardaki dayanışması, olayların seyrinde yadsınamaz bir etkiye sahiptir. Bunun öyküdeki en güzel örneği Karacaoğlan ve Elif’in tüm obanın dayanışmasıyla beyin adamlarından saklanarak kaçmasıdır. Bunun haricinde göçebe yaşam tarzları ve hayvancılık faaliyetleri Orta Asya Türkleriyle öykünün geçtiği oba halkının en belirgin ortak yönüdür. Başka Türk destanlarında gözlemlediğimiz, mağara (Karacaoğlan’ın saklandığı), ağaç (sazın asılı durduğu ve Deli Hüseyin’in kovuğuna saklandığı) gibi motiflere de öyküde rastlanmaktadır.
Her ne kadar öykü Karacaoğlan’ın başından geçenleri anlatsa da, öyküde en az Elif kadar önemli olan ve olay akışına etkisi çok büyük olan bir yan karakter vardır: Deli Hüseyin. Hüseyin, gerek Karacaoğlan’ı ilk görüşünde kan kardeşi olarak bilmesi gerek oba halkı içindeki en heyecanlı karakter olmasıyla öyküyü okuyucu açısından sürükleyici kılmaktadır. Türk yiğitliği ve cesaretinin yanı sıra Türk kültüründeki misafirperverlik ve yardımseverliğin öyküdeki başlıca simgesidir.
179- RÜZGÂR ALTUNCI
10FLA
Mevlâna’nın Evrensel Sevgi Anlayışı ve Mevlevilik
Giriş
Mevlâna, asıl adıyla Muhammed Celâleddîn-i Rumi 13. Yüzyılda yaşamış, felsefesi tüm dünyada benimsenmiş din alimi, felsefeci, tasavvuf ehli, ilim insanıdır. 1207 yılında, günümüzde Afganistan sınırları içerisinde olan Belh şehrinde doğmuş, yaşamını Konya’da sürdürmüştür. Yaşamı boyunca birçok dönüm noktasından geçmiş, edindiği hoşgörülü ve sevgi dolu tavrı, öğüt veren sözleri ve eserleriyle yaşadığı dönemden günümüze, tüm insanlığa örnek olmuştur. Bu nedenle dünya düşünce tarihinde hoşgörü ve barışın sembolü olan Mevlana’nın derin sevgi anlayışının kavranması gerektiğini düşünüyorum. Seçtiğim projede, yapmış olduğum araştırmada, Mevlâna felsefesindeki sevgi anlayışı, Şeb-i Arus ve sema kavramlarını inceledim. Projemde bu kavramların Mevlana’nın insan ve Allah kavramlarına bakış açısıyla bağlantısından destek alarak açıkladım.
1.1 Mevlana’nın Sevgi Anlayışı
1.1.1 Mevlâna ve İlahi Aşk
Sevgi varoluştan beri insanın en büyük ihtiyacı olmuştur. Kimine göre insan sevgiyle var olurken, kimine göre insan sevmek için var olmuştur. Sevgi, insanoğluyla ne kadar bütün bir kavram olsa da herkes sevgi kavramını farklı yorumlamıştır. Bu yorumların başında gelenlerden de hayatını sevgi ve hoşgörü kavramlarına adamış, gönül eğitimcisi Mevlana’nındır.
“Aşklarımız aykırı bizim, sen tene âşıksın ben cana!” (Mesnevi’den Seçmeler, Mevlana Celaleddin-i Rumi)
Çoğu insan, sevginin sadece insani bir duygu olduğunu düşünürken Mevlana’ya göre insana duyulan sevgi, yaratana duyulan sevgidir. Dünyaca bilinen eseri Mesnevi’de de belirttiği gibi onun için aşk tenden ibaret değildir. Onun sevgi felsefesi yaratan ve yarattıklarına yöneliktir. Mevlâna, en mükemmel varlık olarak yaratılan insanın Allah’ın yeryüzündeki yansıması olduğunu düşünür. Bu nedenle Mevlâna hem insanoğluna hem de Allah’a sonsuz bir sevgi duyar. Ona göre insanoğlunun yaratana ulaşmasının tek yolu sınır tanımayan sevgisi olacaktır. Zira ancak sevgi böylesine büyük bir bağı kurabilir. “Allah isminin zikrini herkese nasip eder mi? Senin “Allah” diyebilmen, Allah’ın sana duyduğu sevginin işaretidir.” sözlerinde de Mevlâna insan ile Allah’ın arasındaki bağın, ancak sevgi ile kurulabileceğini belirtmiştir.
“Seni sen yapan candır, her canın sahibi var, o da Allah'tır,
Sen canına muhtaç, canın canana.
Unutma aslında can da O'dur, canan da.”
1.1.2 Mevlâna İçin Aşkın Evrenselliği
Mevlâna, Hâce Bektaş Velî, Yunus Emre ve dönemin diğer değerli düşünürleri gibi, özünde hümanist kavrayışı içeren tasavvuf felsefesinin öğretici önderlerinden biri olmayı amaçlamıştır. Tasavvuf kültürüne göre insan önce tüm bu sevginin kaynağı Allah’ı, daha sonra da sevgi ile yarattığı kullarını sevmelidir. Kullarını sevmeyen, Allah’a da sevgi duyamaz. Bu nedenle Mevlâna sevgi kavramını sınırsız bir güç benimseyip, Allah’ın yarattığı tüm varlıkları sevip kollamıştır. Ona göre sevgi azalmamalı, tükenmemelidir, kâinat sevgi ile var olmuş, sevgi ile varlığını sürdürmelidir.
“Tam inanç aynası kesilen kişi, kendini görse bile, Tanrı'yı görmüş olur.” sözlerinde de buyurduğu gibi Allah’ın insana şah damarından da yakın olduğunu, her insanın özünün yüce Allah olduğunu belirtmiştir. Ona göre her insan Allah’ın bir sanat eseridir ve ondan bir parça taşır. Bu yüzden aslında tüm insanların kardeştir ve aralarında büyük bir bağ vardır. Bu bağ Mevlana’ya göre ancak sevgi ile kurulabilir.
Din, mezhep, kabile veya millet ayrımı yapmadan, Allah’ın yarattığı her varlığa hoşgörülü olan ve seven Mevlâna, “Gel, kim olursan yine gel.” sözlerinde de sevgi kavramının her varlığı kapsaması gerektiğini de vurgulamıştır. Ona göre sevginin ayrımı yoktur. Diğer insanlara kin duyup, iten insan ahirette bunun karşılığına bulacak, her insan sevgisiyle ölçülecektir. “Allah sizin bedenlerinize ve sûretlerinize bakmaz, kalbinize ve amelinize bakar,” sözlerinde de belirttiği gibi onun fikri insanı insan yapanın saf ve sonsuz sevgi olduğudur.
“İster kafir, ateşe tapan, putperest ol yine gel,
Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz defa tövbeni bozmuş olsan da yine gel."
Mevlâna’nın gayesi, topluma yararlı insanlar yetiştirmekti. “Sevgi şifadır. Sevgi güçtür. Sevgi; değişimin mührüdür.” sözleri de destekleyecektir ki, dünya ve ahiretteki huzurun ancak sevgi ile kurulabileceğini savunur. Ancak tüm insanların birbirlerini kabullenip koşulsuz sevdiği bir toplumda huzurun söz konusu olabileceğini. Bu konuda da toplumdaki insanın sevgiyi ilk önce kendisinde bulması gerektiğini söyler. “Senin dünyaya bakan penceren kirli ise, benim çiçeklerim sana çamur görünür”. Her şey insanın kendi içinde başlar.
Kendini sevmeyi bilmeyen insan, diğer kulları da sevemez. Sevgisiz kul, susuz bir bitki gibi solup gider. İnsan sonsuz sevgi ile yaratıldığından, sonsuz bir sevgi kaynağı vardır. İnsan sevdikçe var olmak ister. Sevdikçe sevilir, yücelir. Sevgisiz insan sığ kalır, yücelemez; “Sevgini vermesini öğren. Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış”
“Allah’ım bu vuslatı hicran etme,
Aşkın sarhoşlarını nalan etme,
Sevgi bahçesini yemyeşil bırak,
Bu mestlere bahçelere kasdetme.”
Mevlâna için alçak gönüllü olmak, en az sevgi ve hoşgörü kadar önemlidir. Mesnevi adlı eserinde de belirttiği gibi; “Nefsini alçak gören kişi, ne mutludur. Dağ gibi kendini üstün gören kişinin de vay haline! Şunu iyi bil ki bu kibir, ululanma, kendini herkesten üstün görme hali, öldürücü bir zehirdir. Ahmaklar bu zehirli şarabı içerek sarhoş olurlar.” Alçak gönüllü olmayan, kendini diğer kullardan farklı, üstün gören kul sevgi ve merhametten mahrum kalır.
“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol” der Mevlâna. Kimse kendini olduğundan üstün görmemeli, üstünlüğünü de dile getirmemelidir. Üstünlüğünü sık sık dile getiren insan tam tersine sığ, geri bir insana dönüşür.
“Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”
Mevlâna ile yol arkadaşı İranlı mutasavvıf Hz. Şems-i Tebriz-i arasındaki aşk da Mevlana’nın sevgi anlayışına örnektir. Şems, Mevlâna ile üç yıl süren beraberliği neticesinde onun felsefesinde büyük değişikliklere vesile olmuş, onun ilahi aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur. Mevlana’nın deyimiyle Şems, onun eksik parçalarını tamamlayan ruhdaşıdır. Her ne kadar beraberlikleri kısa sürmüş olsa da Şems onun hayatını değiştirmiştir. Şems’in Mevlana’ya kattıkları dışında, bu iki büyük düşünürün evrensel sevgi anlayışı birbirlerini bulunca büyük bir sevgi bağı oluşturmuştur. Mevlâna bu birlikteliği;
“Bu aşk ağacı ne arşa dayanır, nede yeryüzüne. Bu öyle bir aşktır ki, yer yüzüne böyle bir aşk hiç gelmedi.
Bundan sonra bir daha da hiç gelmeyecektir.” sözleri ile ifade eder. Şems ile Mevlâna arasındaki bağ aşkın yanında sağlam bir dostluktur. Beraberlikleri, o dönemdeki kötü tepkilere rağmen aşkın koşulsuz olabileceğine, her şekilde duyulabileceğine örnektir. Mevlâna ve Şems’e göre kalıplara gerek yoktur, insan her şekilde âşık olabilmeli, aşk ile büyük bağlar kurulabilmelidir.
Mevlâna, Şems ile olan ilişkisini “Şimdiye değin nasıl yaşadıysan, gene öyle yaşayacaksın sanırsın. Sonra beklenmedik bir anda biri çıkar gelir. Etrafındaki kimseye benzemez. Kendini bu yeni insanın aynasından görmeye başlarsın. Var olanı değil, sende eksik olanı gösteren sihirli bir aynadır o. Ve sen bunca zaman aslında hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığını, bilmediğin bir şeye hasret çektiğini anlarsın. Şamar gibi iner hakikat suratına. Sana içindeki boşluğu gösteren kişi pir, üstat, arkadaş, yoldaş, eş ya da bazen bir çocuk olabilir. Önemli olan seni tamamlayacak ruhu bulmandır. Her peygamberin verdiği öğüt aynıdır. Sana ayna olacak insanı bul! İşte o ayna benim için Şems’tir.” şeklinde ifade eder.
1.2 Mevlevi Kültürü
1.2.1 Mevleviler
Mevlâna Celâleddin er-Rumi'ye mensup olan ve onun tarikatında bulunan kişilere Mevlevi denir. Mevleviler ’in temel amacı, Allah ve insan sevgisini esas alarak insanı ahlaki ve manevi yönden yüceltmek, Mevlana’nın ölümüyle gerisinde bıraktığı mirası, felsefesini sürdürmektir. Mevlevilerin temel ilkeleri vardır; Dinî esasları iyi bilmek, alçak gönüllü olmak, kalbini her zaman temiz tutmak, aklı iyi kullanıp hikmet sahibi olmak bunlardan bazılarıdır.
Mevlevilikte önemli olan ilkelerden biri de yaşamı boyunca Mevlana’nın vurguladığı sevgi ve ibadet ilişkisidir. Mevlâna ve onun izindeki Mevlevilere göre Yüce Allah’a olan sevgi ve bağlılık, en az ibadetler kadar önemlidir.
Mevlevilikte şiir, musiki ve asıl konumuza dair olan sema ayininin önemli bir yeri vardır.
1.2.2 Sema ve Semazenler
Allah yolunda, bencilikten arınan, varlığını ve kimliğini, yüzünü, asıl sahibi olan Allah'a teslim eden kişilere sufi denir. Mevlâna da bir sufidir. Arapçada "işitmek" anlamındaki semi kelimesinden gelen sema, zamanla sufilerin cezbe halinde şiir ve ilahi dinlemeleri ve bu dinleme sırasında vecde gelip ayakta zikir yapmalarıdır. Tasavvuf inancına sahip olan sufilerin şiir ve ilahiler eşliğinde kendi etraflarında dönerek yaptıkları zikir pratiği de denebilir. Sema sırasında genellikle dervişler döne döne raks ettikleri için semaya "devir ve deveran" de denilmiştir.
Aslında geçmişi Şamanizm’e kadar uzanan sema, insanın kendi etrafında dönüşün transı derinleştirdiği inancı sebebiyle birçok uygarlıkta görülmüştür. Semanın felsefesi, varoluşun özünde “dönmek” fiili olduğu düşüncesine dayanıyor. Elektronların, protonların, damarlarımızdaki kanın, dünyanın, yıldızların ve diğer gezegenlerin sürekli bir devir halinde olduğu gibi insanın da “aşk” ile pervane olmasını temsil ediyor. İnsanın topraktan gelip toprağa gideceği doğrusunun bir nevi sembolü. Kişinin, sema ile hakikate yönelip aşkla nefsini terk edip, Allah yolunda olgunluğa ererek yeniden kul olmasını temsil ediyor.
Mevlana’nın aşk felsefesi sema ile de örtüşmektedir. Kişi, sonsuz bir coşku duyumsaması, kendinden geçecek denli coşması sonucu sema yapar. Mevlâna semayı doyumsuz bir aşk şarabına benzetir. O, Kendisine büyük bir sevgi duyduğu Şems-i Tebrizi ile tanıştıktan sonra, çeşitli vesileler ile birçok kez vecde gelerek semaya başlamıştır.
Sema, yer ile gök arasında 7 kat olduğundan, 7 aşamadan oluşur:
Nat-ı Şerif adlı ilk bölümde Hz. Muhammed başta olmak üzere tüm peygamberler methedilir. İkinci bölümde bir müzik aleti darbesiyle Allah’ın kâinatı oluşturuşu sembolize edilir. Üçüncü bölümde Allah’ın insana nefes vermesi ney adı verilen bir üflemeli çalgı ile temsil edilir. Daha sonra 4. bölümde semazenler birbirlerine selam vererek yürümeye başlarlar. 5. bölümde semazenler başından beri üstlerinde duran hırkalarını çıkararak yeniden doğuşlarını sembolize eder; Şeyh efendinin elini öperek artık semaya izin alır ve dönüş hareketine başlarlar. 6. bölümde Kuran-ı Kerim’deki Bakara suresi okunur ve son olarak 7. bölümde dualar ve Fatihalarla sema sona erirken semazenler dinlenmeye çekilir.
Sema törenlerinde dönme hareketi insanın Allah’tan geldiğini ve ona geri döneceğini sembolize ederken kıyafetler de büyük önem taşır. Semazenlerin giydiği kıyafetler beyaz ve sade oldukları için ahiretteki sonsuzluğu temsil eder. Başlarındaki sikkeleri ise mezar taşını, yani ölümü simgeler. Ancak Sema ölümü değil yaşamı, tekrar doğmayı anlatır. İnsanın hakikat alemine dönüp, eriştiği sonsuz enerjiyle yeniden doğmasıdır.
1.2.3 Şeb-i Arus Törenleri
Mevlana’nın Allah’a olan sevgisinin saflığı ve doğruluğu, ölüme olan bakış açısına da yansımıştır. Mevlâna, yaşamı boyunca ölüme hep farklı bir yönden bakmıştır.
Ona göre ölüm kişinin aslına, başlangıcı olan sonsuz sevgi duyduğu Allah’a dönüşüdür. “Bir yanda ölümdür ama o yanda doğumdur. Ölüm batma gibi görünür, ama aslında doğmaya hazırlıktır.” sözleri de ölümün onun için bir yeniden doğuş olduğunu ifade eder. “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” sözünde de vurguladığı gibi aslında ölüm onun için korkutucu veya hüzünlü bir kavram olmamıştır.
Şeb-i Arus törenleri ise, Mevlana’nın ölüm yıldönümünde yapılan, Mevlana’nın da ölümü yorumladığı şekilde “Yaratana Kavuşma” geceleridir. Günümüzde 7-17 aralık tarihlerinde 11 akşam 4 gündüz olmak üzere Sema törenleri yapılırken, 17 Aralık tarihi, Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu tarihte kendisini anmak için Şeb-i Arus törenleri yapılır.
Sonuç
Mevlâna çalışmaları ve düşünceleriyle aslında Avrupa’daki Rönesans aydınlanmasından iki yüzyıl gibi çok büyük bir süre önce, Anadolu'da hümanizm felsefesini konu almıştır. Mevlana’nın çalışmaları her ne kadar İslam dünyasına yönelik olsa da düşünceleri, sözleri ve eserleri tüm dünyada ve çoğu dinde kabul görmüştür. Mevlâna yüce kişiliği ve derin düşünceleriyle aslında Türk kültürü ve İslam dünyası açısından büyük önem taşımakta. Günümüzde artık önyargılara maruz kalan Müslümanlığın aslında bir hoşgörü dini olduğu ve sevgiyi öğütlediğinin en güzel örneklerinden biri.
Mevlana’nın da dediği gibi, insan ilk önce sevmeyi öğrenmelidir. Onun tüm insanları olduğu gibi kabul eden felsefesi, günümüzde yavaş yavaş unutulan ve önemi azalan sevgi ve hoşgörü kavramlarını çok güzel işlemektedir. Eserleri sevgi üzerine olan Mevlâna, esasen ondan sonra varlığını sürdüren toplumlara bir sevgi kılavuzu olmuştur.
Bu nedenle düşünceleri daha çok insana ulaşmalı, diğer ülkelere daha çok tanıtılmalı, böylesine büyük bir kültürel mirasa herkes tarafından sahip çıkılmalıdır. Günümüzde ancak bu denli büyük düşünürlerin felsefeleri ile daha güzel bir toplum ve gelecek yaratılabilir.
Kaynakça
http://isamveri.org/pdfdrg/D02420/2007_3/2007_3_BARDAKCIM.pdf
http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1163
https://semazen.net/mevlananin-sevgi-anlayisi-emine-yeniterzi/
https://zenodo.org/record/3343869#.YHSrmugzbIU
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2607277
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/10219
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1165993
http://isamveri.org/pdfdrg/D02420/2007_3/2007_3_BARDAKCIM.pdf
https://www.bizevdeyokuz.com/mevlana/
Prof. Dr. M. Kemal Atik - İslamî Kavramlar Mevlânâ Celâleddîn-i - Rûmî Mesnevî-i Ma'nevî
Elif Şafak - Aşk
Giriş
Mevlâna, asıl adıyla Muhammed Celâleddîn-i Rumi 13. Yüzyılda yaşamış, felsefesi tüm dünyada benimsenmiş din alimi, felsefeci, tasavvuf ehli, ilim insanıdır. 1207 yılında, günümüzde Afganistan sınırları içerisinde olan Belh şehrinde doğmuş, yaşamını Konya’da sürdürmüştür. Yaşamı boyunca birçok dönüm noktasından geçmiş, edindiği hoşgörülü ve sevgi dolu tavrı, öğüt veren sözleri ve eserleriyle yaşadığı dönemden günümüze, tüm insanlığa örnek olmuştur. Bu nedenle dünya düşünce tarihinde hoşgörü ve barışın sembolü olan Mevlana’nın derin sevgi anlayışının kavranması gerektiğini düşünüyorum. Seçtiğim projede, yapmış olduğum araştırmada, Mevlâna felsefesindeki sevgi anlayışı, Şeb-i Arus ve sema kavramlarını inceledim. Projemde bu kavramların Mevlana’nın insan ve Allah kavramlarına bakış açısıyla bağlantısından destek alarak açıkladım.
1.1 Mevlana’nın Sevgi Anlayışı
1.1.1 Mevlâna ve İlahi Aşk
Sevgi varoluştan beri insanın en büyük ihtiyacı olmuştur. Kimine göre insan sevgiyle var olurken, kimine göre insan sevmek için var olmuştur. Sevgi, insanoğluyla ne kadar bütün bir kavram olsa da herkes sevgi kavramını farklı yorumlamıştır. Bu yorumların başında gelenlerden de hayatını sevgi ve hoşgörü kavramlarına adamış, gönül eğitimcisi Mevlana’nındır.
“Aşklarımız aykırı bizim, sen tene âşıksın ben cana!” (Mesnevi’den Seçmeler, Mevlana Celaleddin-i Rumi)
Çoğu insan, sevginin sadece insani bir duygu olduğunu düşünürken Mevlana’ya göre insana duyulan sevgi, yaratana duyulan sevgidir. Dünyaca bilinen eseri Mesnevi’de de belirttiği gibi onun için aşk tenden ibaret değildir. Onun sevgi felsefesi yaratan ve yarattıklarına yöneliktir. Mevlâna, en mükemmel varlık olarak yaratılan insanın Allah’ın yeryüzündeki yansıması olduğunu düşünür. Bu nedenle Mevlâna hem insanoğluna hem de Allah’a sonsuz bir sevgi duyar. Ona göre insanoğlunun yaratana ulaşmasının tek yolu sınır tanımayan sevgisi olacaktır. Zira ancak sevgi böylesine büyük bir bağı kurabilir. “Allah isminin zikrini herkese nasip eder mi? Senin “Allah” diyebilmen, Allah’ın sana duyduğu sevginin işaretidir.” sözlerinde de Mevlâna insan ile Allah’ın arasındaki bağın, ancak sevgi ile kurulabileceğini belirtmiştir.
“Seni sen yapan candır, her canın sahibi var, o da Allah'tır,
Sen canına muhtaç, canın canana.
Unutma aslında can da O'dur, canan da.”
1.1.2 Mevlâna İçin Aşkın Evrenselliği
Mevlâna, Hâce Bektaş Velî, Yunus Emre ve dönemin diğer değerli düşünürleri gibi, özünde hümanist kavrayışı içeren tasavvuf felsefesinin öğretici önderlerinden biri olmayı amaçlamıştır. Tasavvuf kültürüne göre insan önce tüm bu sevginin kaynağı Allah’ı, daha sonra da sevgi ile yarattığı kullarını sevmelidir. Kullarını sevmeyen, Allah’a da sevgi duyamaz. Bu nedenle Mevlâna sevgi kavramını sınırsız bir güç benimseyip, Allah’ın yarattığı tüm varlıkları sevip kollamıştır. Ona göre sevgi azalmamalı, tükenmemelidir, kâinat sevgi ile var olmuş, sevgi ile varlığını sürdürmelidir.
“Tam inanç aynası kesilen kişi, kendini görse bile, Tanrı'yı görmüş olur.” sözlerinde de buyurduğu gibi Allah’ın insana şah damarından da yakın olduğunu, her insanın özünün yüce Allah olduğunu belirtmiştir. Ona göre her insan Allah’ın bir sanat eseridir ve ondan bir parça taşır. Bu yüzden aslında tüm insanların kardeştir ve aralarında büyük bir bağ vardır. Bu bağ Mevlana’ya göre ancak sevgi ile kurulabilir.
Din, mezhep, kabile veya millet ayrımı yapmadan, Allah’ın yarattığı her varlığa hoşgörülü olan ve seven Mevlâna, “Gel, kim olursan yine gel.” sözlerinde de sevgi kavramının her varlığı kapsaması gerektiğini de vurgulamıştır. Ona göre sevginin ayrımı yoktur. Diğer insanlara kin duyup, iten insan ahirette bunun karşılığına bulacak, her insan sevgisiyle ölçülecektir. “Allah sizin bedenlerinize ve sûretlerinize bakmaz, kalbinize ve amelinize bakar,” sözlerinde de belirttiği gibi onun fikri insanı insan yapanın saf ve sonsuz sevgi olduğudur.
“İster kafir, ateşe tapan, putperest ol yine gel,
Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz defa tövbeni bozmuş olsan da yine gel."
Mevlâna’nın gayesi, topluma yararlı insanlar yetiştirmekti. “Sevgi şifadır. Sevgi güçtür. Sevgi; değişimin mührüdür.” sözleri de destekleyecektir ki, dünya ve ahiretteki huzurun ancak sevgi ile kurulabileceğini savunur. Ancak tüm insanların birbirlerini kabullenip koşulsuz sevdiği bir toplumda huzurun söz konusu olabileceğini. Bu konuda da toplumdaki insanın sevgiyi ilk önce kendisinde bulması gerektiğini söyler. “Senin dünyaya bakan penceren kirli ise, benim çiçeklerim sana çamur görünür”. Her şey insanın kendi içinde başlar.
Kendini sevmeyi bilmeyen insan, diğer kulları da sevemez. Sevgisiz kul, susuz bir bitki gibi solup gider. İnsan sonsuz sevgi ile yaratıldığından, sonsuz bir sevgi kaynağı vardır. İnsan sevdikçe var olmak ister. Sevdikçe sevilir, yücelir. Sevgisiz insan sığ kalır, yücelemez; “Sevgini vermesini öğren. Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış”
“Allah’ım bu vuslatı hicran etme,
Aşkın sarhoşlarını nalan etme,
Sevgi bahçesini yemyeşil bırak,
Bu mestlere bahçelere kasdetme.”
Mevlâna için alçak gönüllü olmak, en az sevgi ve hoşgörü kadar önemlidir. Mesnevi adlı eserinde de belirttiği gibi; “Nefsini alçak gören kişi, ne mutludur. Dağ gibi kendini üstün gören kişinin de vay haline! Şunu iyi bil ki bu kibir, ululanma, kendini herkesten üstün görme hali, öldürücü bir zehirdir. Ahmaklar bu zehirli şarabı içerek sarhoş olurlar.” Alçak gönüllü olmayan, kendini diğer kullardan farklı, üstün gören kul sevgi ve merhametten mahrum kalır.
“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol” der Mevlâna. Kimse kendini olduğundan üstün görmemeli, üstünlüğünü de dile getirmemelidir. Üstünlüğünü sık sık dile getiren insan tam tersine sığ, geri bir insana dönüşür.
“Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”
Mevlâna ile yol arkadaşı İranlı mutasavvıf Hz. Şems-i Tebriz-i arasındaki aşk da Mevlana’nın sevgi anlayışına örnektir. Şems, Mevlâna ile üç yıl süren beraberliği neticesinde onun felsefesinde büyük değişikliklere vesile olmuş, onun ilahi aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur. Mevlana’nın deyimiyle Şems, onun eksik parçalarını tamamlayan ruhdaşıdır. Her ne kadar beraberlikleri kısa sürmüş olsa da Şems onun hayatını değiştirmiştir. Şems’in Mevlana’ya kattıkları dışında, bu iki büyük düşünürün evrensel sevgi anlayışı birbirlerini bulunca büyük bir sevgi bağı oluşturmuştur. Mevlâna bu birlikteliği;
“Bu aşk ağacı ne arşa dayanır, nede yeryüzüne. Bu öyle bir aşktır ki, yer yüzüne böyle bir aşk hiç gelmedi.
Bundan sonra bir daha da hiç gelmeyecektir.” sözleri ile ifade eder. Şems ile Mevlâna arasındaki bağ aşkın yanında sağlam bir dostluktur. Beraberlikleri, o dönemdeki kötü tepkilere rağmen aşkın koşulsuz olabileceğine, her şekilde duyulabileceğine örnektir. Mevlâna ve Şems’e göre kalıplara gerek yoktur, insan her şekilde âşık olabilmeli, aşk ile büyük bağlar kurulabilmelidir.
Mevlâna, Şems ile olan ilişkisini “Şimdiye değin nasıl yaşadıysan, gene öyle yaşayacaksın sanırsın. Sonra beklenmedik bir anda biri çıkar gelir. Etrafındaki kimseye benzemez. Kendini bu yeni insanın aynasından görmeye başlarsın. Var olanı değil, sende eksik olanı gösteren sihirli bir aynadır o. Ve sen bunca zaman aslında hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığını, bilmediğin bir şeye hasret çektiğini anlarsın. Şamar gibi iner hakikat suratına. Sana içindeki boşluğu gösteren kişi pir, üstat, arkadaş, yoldaş, eş ya da bazen bir çocuk olabilir. Önemli olan seni tamamlayacak ruhu bulmandır. Her peygamberin verdiği öğüt aynıdır. Sana ayna olacak insanı bul! İşte o ayna benim için Şems’tir.” şeklinde ifade eder.
1.2 Mevlevi Kültürü
1.2.1 Mevleviler
Mevlâna Celâleddin er-Rumi'ye mensup olan ve onun tarikatında bulunan kişilere Mevlevi denir. Mevleviler ’in temel amacı, Allah ve insan sevgisini esas alarak insanı ahlaki ve manevi yönden yüceltmek, Mevlana’nın ölümüyle gerisinde bıraktığı mirası, felsefesini sürdürmektir. Mevlevilerin temel ilkeleri vardır; Dinî esasları iyi bilmek, alçak gönüllü olmak, kalbini her zaman temiz tutmak, aklı iyi kullanıp hikmet sahibi olmak bunlardan bazılarıdır.
Mevlevilikte önemli olan ilkelerden biri de yaşamı boyunca Mevlana’nın vurguladığı sevgi ve ibadet ilişkisidir. Mevlâna ve onun izindeki Mevlevilere göre Yüce Allah’a olan sevgi ve bağlılık, en az ibadetler kadar önemlidir.
Mevlevilikte şiir, musiki ve asıl konumuza dair olan sema ayininin önemli bir yeri vardır.
1.2.2 Sema ve Semazenler
Allah yolunda, bencilikten arınan, varlığını ve kimliğini, yüzünü, asıl sahibi olan Allah'a teslim eden kişilere sufi denir. Mevlâna da bir sufidir. Arapçada "işitmek" anlamındaki semi kelimesinden gelen sema, zamanla sufilerin cezbe halinde şiir ve ilahi dinlemeleri ve bu dinleme sırasında vecde gelip ayakta zikir yapmalarıdır. Tasavvuf inancına sahip olan sufilerin şiir ve ilahiler eşliğinde kendi etraflarında dönerek yaptıkları zikir pratiği de denebilir. Sema sırasında genellikle dervişler döne döne raks ettikleri için semaya "devir ve deveran" de denilmiştir.
Aslında geçmişi Şamanizm’e kadar uzanan sema, insanın kendi etrafında dönüşün transı derinleştirdiği inancı sebebiyle birçok uygarlıkta görülmüştür. Semanın felsefesi, varoluşun özünde “dönmek” fiili olduğu düşüncesine dayanıyor. Elektronların, protonların, damarlarımızdaki kanın, dünyanın, yıldızların ve diğer gezegenlerin sürekli bir devir halinde olduğu gibi insanın da “aşk” ile pervane olmasını temsil ediyor. İnsanın topraktan gelip toprağa gideceği doğrusunun bir nevi sembolü. Kişinin, sema ile hakikate yönelip aşkla nefsini terk edip, Allah yolunda olgunluğa ererek yeniden kul olmasını temsil ediyor.
Mevlana’nın aşk felsefesi sema ile de örtüşmektedir. Kişi, sonsuz bir coşku duyumsaması, kendinden geçecek denli coşması sonucu sema yapar. Mevlâna semayı doyumsuz bir aşk şarabına benzetir. O, Kendisine büyük bir sevgi duyduğu Şems-i Tebrizi ile tanıştıktan sonra, çeşitli vesileler ile birçok kez vecde gelerek semaya başlamıştır.
Sema, yer ile gök arasında 7 kat olduğundan, 7 aşamadan oluşur:
Nat-ı Şerif adlı ilk bölümde Hz. Muhammed başta olmak üzere tüm peygamberler methedilir. İkinci bölümde bir müzik aleti darbesiyle Allah’ın kâinatı oluşturuşu sembolize edilir. Üçüncü bölümde Allah’ın insana nefes vermesi ney adı verilen bir üflemeli çalgı ile temsil edilir. Daha sonra 4. bölümde semazenler birbirlerine selam vererek yürümeye başlarlar. 5. bölümde semazenler başından beri üstlerinde duran hırkalarını çıkararak yeniden doğuşlarını sembolize eder; Şeyh efendinin elini öperek artık semaya izin alır ve dönüş hareketine başlarlar. 6. bölümde Kuran-ı Kerim’deki Bakara suresi okunur ve son olarak 7. bölümde dualar ve Fatihalarla sema sona erirken semazenler dinlenmeye çekilir.
Sema törenlerinde dönme hareketi insanın Allah’tan geldiğini ve ona geri döneceğini sembolize ederken kıyafetler de büyük önem taşır. Semazenlerin giydiği kıyafetler beyaz ve sade oldukları için ahiretteki sonsuzluğu temsil eder. Başlarındaki sikkeleri ise mezar taşını, yani ölümü simgeler. Ancak Sema ölümü değil yaşamı, tekrar doğmayı anlatır. İnsanın hakikat alemine dönüp, eriştiği sonsuz enerjiyle yeniden doğmasıdır.
1.2.3 Şeb-i Arus Törenleri
Mevlana’nın Allah’a olan sevgisinin saflığı ve doğruluğu, ölüme olan bakış açısına da yansımıştır. Mevlâna, yaşamı boyunca ölüme hep farklı bir yönden bakmıştır.
Ona göre ölüm kişinin aslına, başlangıcı olan sonsuz sevgi duyduğu Allah’a dönüşüdür. “Bir yanda ölümdür ama o yanda doğumdur. Ölüm batma gibi görünür, ama aslında doğmaya hazırlıktır.” sözleri de ölümün onun için bir yeniden doğuş olduğunu ifade eder. “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” sözünde de vurguladığı gibi aslında ölüm onun için korkutucu veya hüzünlü bir kavram olmamıştır.
Şeb-i Arus törenleri ise, Mevlana’nın ölüm yıldönümünde yapılan, Mevlana’nın da ölümü yorumladığı şekilde “Yaratana Kavuşma” geceleridir. Günümüzde 7-17 aralık tarihlerinde 11 akşam 4 gündüz olmak üzere Sema törenleri yapılırken, 17 Aralık tarihi, Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu tarihte kendisini anmak için Şeb-i Arus törenleri yapılır.
Sonuç
Mevlâna çalışmaları ve düşünceleriyle aslında Avrupa’daki Rönesans aydınlanmasından iki yüzyıl gibi çok büyük bir süre önce, Anadolu'da hümanizm felsefesini konu almıştır. Mevlana’nın çalışmaları her ne kadar İslam dünyasına yönelik olsa da düşünceleri, sözleri ve eserleri tüm dünyada ve çoğu dinde kabul görmüştür. Mevlâna yüce kişiliği ve derin düşünceleriyle aslında Türk kültürü ve İslam dünyası açısından büyük önem taşımakta. Günümüzde artık önyargılara maruz kalan Müslümanlığın aslında bir hoşgörü dini olduğu ve sevgiyi öğütlediğinin en güzel örneklerinden biri.
Mevlana’nın da dediği gibi, insan ilk önce sevmeyi öğrenmelidir. Onun tüm insanları olduğu gibi kabul eden felsefesi, günümüzde yavaş yavaş unutulan ve önemi azalan sevgi ve hoşgörü kavramlarını çok güzel işlemektedir. Eserleri sevgi üzerine olan Mevlâna, esasen ondan sonra varlığını sürdüren toplumlara bir sevgi kılavuzu olmuştur.
Bu nedenle düşünceleri daha çok insana ulaşmalı, diğer ülkelere daha çok tanıtılmalı, böylesine büyük bir kültürel mirasa herkes tarafından sahip çıkılmalıdır. Günümüzde ancak bu denli büyük düşünürlerin felsefeleri ile daha güzel bir toplum ve gelecek yaratılabilir.
Kaynakça
http://isamveri.org/pdfdrg/D02420/2007_3/2007_3_BARDAKCIM.pdf
http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1163
https://semazen.net/mevlananin-sevgi-anlayisi-emine-yeniterzi/
https://zenodo.org/record/3343869#.YHSrmugzbIU
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2607277
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/10219
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1165993
http://isamveri.org/pdfdrg/D02420/2007_3/2007_3_BARDAKCIM.pdf
https://www.bizevdeyokuz.com/mevlana/
Prof. Dr. M. Kemal Atik - İslamî Kavramlar Mevlânâ Celâleddîn-i - Rûmî Mesnevî-i Ma'nevî
Elif Şafak - Aşk